İçerik geliştirmek ister misiniz?

İçerik geliştirmek ister misiniz?

1752154327-slider-eski-izmir-sinemalari-ve-sinemaya-gitme-kulturu

Eski İzmir Sinemaları ve Sinemaya Gitme Kültürü

View Count Views : 1565

Pathe Sineması, Apikam Arşiviİzmir’in neredeyse sinemanın icadıyla birlikte başlayan uzun ve canlı bir sinema geçmişi var. Halka açık ilk film gösterimleri 1896’da, yani Lumière Kardeşlerin Paris'teki o meşhur Grand Café gösteriminden sadece bir yıl sonra ve sinemanın İstanbul’a gelişiyle aynı yıl, Frenk mahallesindeki Apollon Kulüp’te gerçekleşiyor. O dönemlerde Küçük Asya’nın en önemli ticaret limanlarından ve Osmanlı İmparatorluğu’nun en kozmopolit şehirlerinden birisi olan İzmir (o günkü adıyla Smyrna), Rum, Türk, Ermeni, Yahudi ve Levantenler olmak üzere etnik açıdan zengin bir nüfusa sahip. Bu çeşitlilik kentin mahalle yapısına da yansımış durumda; her etnik grubun kendi adını taşıyan mahalleleri var. Avrupalı Levantenlerin ya da Avrupalı olmayan ekonomik seçkinlerin ikamet ettiği Frenk Mahallesi, şehrin ticaret ve kültür merkezi. Özellikle Kordon, kafeleri, sosyal kulüpleri, salonları, tiyatroları, otelleri ve konsolosluklarıyla Levanten yaşam tarzının kalbi. Avrupalı gezginlerin deyişiyle adeta "Doğu'nun küçük Paris'i". İlk yerleşik sinema salonları da 1908’den itibaren Kordon’da açılıyor. Öyle ki döneme ait bir kaynakta, Kraemer Pub ile Sporting Club arasındaki yirmi metrelik bir alanda tam dört ayrı sinema salonu bulunduğu belirtiliyor. Ciné Pallas, Lux, Cinematographe Paris, Pathé ve Theatre de Smyrne kentin ilk sinema mekânları arasında.

1914’e gelindiğinde, bugünkü adlarıyla Karşıyaka, Güzelyalı, Bornova ve Basmane gibi semtlerde de sinema salonları açılmış ve sayıları 15’i bulmuş durumda. Basında "sinematografhane" olarak da geçen bu salonların neredeyse tamamı, başta Rumlar olmak üzere “gayrimüslim” topluluklara ait. 1913’te Milli Kütüphane’ye maddi gelir sağlamak üzere açılan Milli Kütüphane Sinema ve Tiyatrosu (daha sonra Milli Sinema ve 1926’dan itibaren Elhamra), Osmanlı mülkiyetindeki tek sinema işletmesi.

Milli Sinema 1930’lar, SALT ArşiviO yıllarda sinema salonları, kahvehanelerden sonra şehrin en popüler eğlence mekânları arasında. 1913 tarihli Fransız Cine-Journal dergisinde yayımlanan ve başlığını “İşler yolunda gitmediğinde Smyrna eğlenir” şeklindeki eski bir deyişten alan yazı, İzmir’deki sinema kültürüne özel bir önem atfediyor. Yazıda, Kordon’da toplam 4.000'i aşkın seyirci kapasitesine sahip beş büyük sinema olduğu ve her birinin birinci vizyon, farklı filmler gösterdiği belirtiliyor. Üstelik bu filmler haftada en az iki kez yenileniyor. Sinemaya olan talep, bu bilgilerden de açıkça görülebiliyor. İzleyici kitlesinin büyük kısmı erkekler ve erkek çocuklar oluştururken, sinemaya giden kadınlar genellikle gayrimüslim kadınlardan oluşuyor. Müslüman kadınlar ise ancak kadın izleyicilere ayrılmış özel seanslarda film izleyebiliyor.

Smyrna’nın çok kültürlü yapısı içinde, savaş yıllarına doğru sinema salonları zaman zaman toplumsal gerginliklere de sahne oluyor. O dönemde filmler sessiz ve arayazılar genellikle Fransızca, bazen de İtalyanca ya da İngilizce. Birinci Dünya Savaşı arifesinde, arayazılarda Türkçeye (Osmanlı Türkçesine) yer verilmemesi, Kordon’daki sinemaları milliyetçi Türk çevrelerin hedefi haline getiriyor. Örneğin, 1913'te Türk Ocağı'ndan Jön Türkler, arayazıların Osmanlı Türkçesiyle de sunulmasını talep ediyor. Taleplerine yanıt alamayınca, her akşam 40-50 kişilik grupla farklı sinemalara dağılıp, film başlar başlamaz ıslık ve gürültüyle gösterimi sabote ediyorlar. Sinema sahipleri Osmanlıca filmin konusunu açıklayan el ilanları dağıtarak durumu yumuşatmaya çalışsa da tansiyon giderek artıyor. Hatta bir protestoda, Fransız konsolosu emniyet görevlilerine sinemada toplanan Türk öğrencileri çıkarmalarını, aksi takdirde limandaki Fransız gemisinden asker getireceğini söylüyor. Öğrenciler daha fazla gerginlik yaşanmaması için salondan ayrılıyor.

Kordon sinemalarının neredeyse tamamı, 1922’deki Büyük İzmir Yangını’nda yok oluyor. Sadece yangının yeterince ulaşmadığı bölgede kalan Ciné Pallas ve Lux kısmen kurtuluyor. Ancak şehrin Türk hâkimiyetine geçmesi ve Cumhuriyetin ilanıyla birlikte bu iki sinema da zamanla eski kimliklerini kaybediyor. Ciné Pallas, Tayyare Sineması’na; Lux ise Sakarya Sineması’na dönüşüyor. Böylece İzmir’in çok dilli, çok kültürlü ilk sinema dönemi kapanırken, yerini yavaş yavaş başka bir sinema kültürü alıyor.  

Türkiye’nin ilk film yapımcılarından ve sinema işletmecisi Cemil Filmler, anılarında İzmir’de Müslüman kadınların erkeklerle birlikte ilk kez 1923 yılında, İkiçeşmelik’teki Ankara Sineması’nda (daha sonra Tan ve İmren adlarını alıyor) film izleyebildiklerini anlatıyor. Filmer’in aktardığına göre bu olay, izleyiciler arasında bulunan Atatürk’ün doğrudan müdahalesiyle gerçekleşiyor. Bugün bir spot eşya dükkânı olarak kullanılan bu yapı, hâlâ eski sinema salonundan izler barındırıyor.

Ciné Pallas Tayyare  Sineması Adını Aldıktan Sonra ve Modern Restorasyondan Önce, Dilek Kaya Arşivi1923 yılında Ciné Pallas da Türk sahne sanatları açısından bir “ilk”e ev sahipliği yapıyor. Kaynaklara göre, 31 Temmuz 1923 gecesi, Bedia Muvahhit, yine Atatürk’ün desteğiyle, hâlâ yangının külleriyle kaplı bu salonda Ceza Kanunu oyununda Sacide rolünü oynuyor. Atatürk’ün huzurunda gerçekleşen bu performansla Muvahhit ve Ciné Pallas, Türkiye’de Müslüman kadının ve kadın sanatçının özgürleşmesi açısından bir dönüm noktası olarak tarihe geçiyor. Ciné Pallas, bir süre sonra Tayyare Cemiyeti’nin mülkiyetine geçerek Tayyare Sineması adını alıyor. Günümüzde bu sinemanın yerinde Tayyare apartmanı yükseliyor.

İzmir’in sinema serüveni, Türkiye genelinde olduğu gibi, esas ivmesini 1950’li yıllardan itibaren kazanıyor. Siyasetten ekonomiye köklü dönüşümlerin yaşandığı bu dönem, İzmir’de de kentleşmenin hızlandığı, kültürel hayatın çeşitlendiği yıllar. Kentin eğlence haritası özellikle üç merkezde yoğunlaşıyor: Kültürpark, Kordon ve Basmane. Sinema ve gazino dışında fazla eğlence seçeneğinin olmaması, ayrıca sinemaların gazinolara kıyasla çok daha ucuz olması, sinemayı halk için cazip hale getiriyor. Kordon’da Tayyare Sineması, Basmane’de Yıldız, İkbal, Kulüp ve Büyük sinemaları, dönemin eğlence hayatının öne çıkan mekânları.  Zamanla Konak’ta Elhamra’dan Mezarlıkbaşı’nda Yeni, Lale,  İnci, Saray ve Tan sinemalarına; Eşrefpaşa’da Şenocak’tan Küçükyalı’da Köşk Sineması’na kadar uzanan geniş bir sinema ağı oluşuyor. 1960’lı yıllarda şehirdeki sinema salonlarının sayısı 60’ı geçiyor. Bu dönemde sinema biletlerinden alınan eğlence vergisi, belediyenin gelirleri içinde en büyük payı oluşturuyor ki bu da sinemanın ne kadar popüler olduğunu açıkça gösteriyor. İzmir’in sıcak iklimi, yazlık açık hava sinemalarını da ayrı bir cazibe haline getiriyor. 1970’li yıllara gelindiğinde şehirde seksenin üzerinde açık hava sineması bulunuyor. Bütün bu tablo, İzmir’in geçmişte tam anlamıyla bir “sinema kenti” olduğunu kanıtlıyor.

Sayıların ötesine geçecek olursak, Elhamra Sineması, 1979 ‘da Opera Sahnesi’ne dönüştürülene dek yalnızca İzmir’in en “seçkin” sinemalarından biri değil; sinemanın erken dönemlerinde dünyada “picture palace” (film sarayı) olarak adlandırılan görkemli dekorlara sahip salonlarla kıyaslanabilecek nitelikte bir yapı. 840 koltuk kapasiteli bu salonun içi, oryantal stilde kandillerle ve çini panolarla donatılmış. Balkonun altındaki tavan ise Türk nakışlarıyla bezenmiş.

Cumhuriyet dönemi mimarlarından Ernst Arnold Egli tarafından 1933-1934 yılları arasında modern tarzda restore edilen Tayyare Sineması da dönemin “seçkin” salonlarından. Bir salon, iki balkon ve yedi locadan oluşan bu yapı, toplamda yaklaşık 370-380 kişilik bir kapasiteye sahip. Gelişmiş ses ve klima sistemleriyle donatılmış olan Tayyare, hem teknik altyapısıyla hem de modern mimarisiyle öne çıkıyor.

Dilek Kaya ArşiviElhamra ve Tayyare, diğer salonlardan farklı olarak genellikle altyazılı, tek ve birinci vizyon yabancı filmler gösteriyor. Üstelik sinema teknolojisindeki yenilikleri takip etme konusunda da öncülük ediyorlar. Örneğin, dünyada üç boyutlu film çılgınlığını başlatan Amerikan yapımı Bwana Devil (1952), 29 Aralık 1953 akşamı Tayyare Sineması’nda Ormanlar Şeytanı adıyla gösterime giriyor.

Panoramik perde uygulaması ise 1954’te Elhamra ve Yeni Sinema’da kullanılıyor. Bir yıl sonra, 1955’te Elhamra, İzmir’e sinemaskop teknolojisini getiren ilk sinema oluyor. 

Mezarlıkbaşı’ndaki Lale, Yeni, İnci, Saray ve Tan sinemaları, daha “mütevazi” salonlar. Bu sinemaların bölgedeki egemenliği, 1950’li yıllardan itibaren Basmane-Tepecik hattında birbiri ardına açılan Yıldız, İkbal, Kulüp ve Büyük sinemalarıyla kırılıyor. 1951’de açılan Büyük Sinema, 2180 koltuk kapasitesiyle İzmir’in en büyük kapalı sineması unvanını kazanıyor. Basmane’nin bir diğer dikkat çekici sineması olan ve binası günümüze dek ayakta kalan Yıldız ise 1800 koltuk kapasitesine sahip. 1953 yılında bir İtalyan mimar tarafından tasarlanan bu salon, hâlâ çalışır durumda olan açılır-kapanır tavan kapaklarıyla da ün kazanıyor.

Tren istasyonu ve otobüs terminaline yakınlığı, Yıldız Sineması’nı yalnızca Basmane halkı için değil, şehrin diğer semtlerinden gelen izleyiciler için de cazip bir adres haline getiriyor. Varlıklı aileler de dâhil olmak üzere her kesimden geniş bir seyirci kitlesini çeken bu sinema, alt ve orta sınıflarla sosyal ve ekonomik seçkinleri aynı salonda buluşturabilen ender yerlerden biri. Bu yönüyle, dönemin Elhamra ve Tayyare gibi “seçkin” salonları arasında kendine özgü bir yere sahip. Bununla birlikte, seyirci profili günün saatine ve haftanın gününe göre değişiklik gösterebiliyor. Özellikle cumartesi geceleri sinema çevresi adeta başka bir dünyaya dönüşüyor. Sinema önünde otomobiller sıralanıyor, şık giysili hanımlar ve beyefendiler girişte beliriyor. Hatta Belediye Başkanı ve Vali bile, hafta sonlarının müdavimleri arasında yer alıyor.

Yıldız Sineması, erken dönemlerinde yalnızca birinci vizyon dublajlı Amerikan filmlerine değil, kıta Avrupası’ndan gelen (özellikle İtalyan, Alman ve Fransız) yapımlara ve Zeki Müren ve Ayhan Işık filmleri gibi yerli sinema örneklerine de yer veriyor. Yaz aylarında İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrosu Komedi Kısmı temsilleri ve Fransız Moulin Rouge Revüsü’nün gösterileri gibi etkinliklere de ev sahipliği yapıyor. Bu dönemde, önemli bir sinema olayı da bu salonda gerçekleşiyor: Sonradan tüm Türkiye’yi kasıp kavuracak olan Avare (Awara, RajKapoor, 1951), ilk kez 22 Kasım 1954’te İzmir’de, Yıldız Sineması’nda gösterime giriyor. Film, üç haftada 150,000 seyirciye ulaşarak beklentilerin çok üzerinde bir ilgiyle karşılanıyor. Yıldız Sineması, 1970’lerin başına kadar, Avrupa ve Hollywood yıldızlarının rol aldığı romantik komedi ve macera filmlerinden Sinbat, Spartaküs, Ben-Hur ve On Emir gibi büyük prodüksiyonlara; Doktor Jivago’dan James Bond’a, Pembe Panter’den Barbarella’ya kadar uzanan zengin bir gösterim programıyla, İzmir halkının sinema tutkusunu besliyor.

Dilek Kaya Arşivi

Ülkede ve sinema sektöründe yaşanan krizler nedeniyle gösterim politikasını değiştirmek zorunda kalsa da 1988 yılı sonlarına dek sinema olarak varlığını sürdürmeyi başarıyor. 1989’dan, İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından satın alındığı 2020 yılına dek ise “Yıldız Spor Tesisleri” adıyla, özellikle halı saha olarak, kentin sosyal yaşamında yer almaya devam ediyor.

1950’lerden 1970’lerin ortalarına kadar sinemaya gitmek, genellikle arkadaşlarla, aile üyeleriyle ya da komşularla birlikte yapılan kolektif bir eylem. Bu birliktelik bazen daha şenlikli ve keyifli bir şekilde vakit geçirme isteğinden doğuyor, bazen de yalnız gitmenin zorluklarından kaynaklanıyor. Sinema, özellikle kadınlar için alternatif bir kamu alanı; dışarı çıkmak ve toplumsal yaşama katılmak için bir vesile. Ancak bu, her zaman rahatlıkla yapılabilecek bir etkinlik değil. Sözlü tarih görüşmelerinden anlaşıldığı kadarıyla, o yıllarda özellikle genç kadınlar arasında sokakta ya da sinema salonunda taciz edilme endişesi oldukça yaygın. Kadının kamusal alandaki görünürlüğüne dair muhafazakâr tutumlar da hesaba katıldığında, kadınların sinemaya yalnız gitmesi neredeyse imkânsız hale geliyor.  

Sinemaya gitmek, özellikle kadınlar için başlı başına bir olay. Hangi filme gidileceği bazen günler öncesinden planlanıyor, sabırsızlıkla ve heyecanla bekleniyor. Çok özel olmasa bile özenli kıyafetler seçiliyor; sinema, bir tür dışarı çıkma ritüeline dönüşüyor.

Yıldız Sineması Balkon Katı Fuayesi 1957, Dilek Kaya ArşiviAnlaşılacağı üzere, geçmişte sinema deneyimi sadece perdeye bakmaktan ibaret değil. Geniş kalabalıkların bir araya geldiği gündelik mekânlar olarak sinema salonları, perdenin ötesinde de bir seyir alanı sunuyor. Kimi cesur, kimi ürkek bakışlar salonda, fuayede ya da bilet kuyruğunda dolaşıyor; gelenler birbirini süzüyor, tanışma ve sosyalleşme fırsatları aranıyor. Kimi zaman kamusal alanda mümkün olmayan yakınlaşmalar, salonun karanlık mahremiyetinde gerçekleştirilmeye çalışılıyor.

Öte yandan, özellikle bazı yabancı filmlerdeki görsel ihtişam ve gerçeklik hissi, dönemin seyircisini adeta büyülüyor. Buzullarda geçen bir filmin gerçekten üşüme hissi verdiği, açık denizde batan bir geminin günlerce vapura binme korkusuna yol açtığı ya da trajik bir aşk hikâyesinin tüm salonu ağlattığı, sözlü tarih görüşmelerinde aktarılan sadece birkaç örnek.

Seyircinin filmlerle ile ilişkisi salonla da sınırlı kalmıyor. Perdede görülen kıyafetler, saç modelleri, tavırlar gündelik hayata taşınıyor; filmler günlerce sohbetlere konu oluyor, sinema sosyal yaşama yayılıyor. Hatta bazı filmler, kent ve modern yaşam kültürünün öğrenildiği, adeta birer “modernlik” dersi olarak algılanıyor. Özetle, sinema birçokları için sadece karanlık bir salonda geçirilen birkaç saatten ibaret değil. O yıllarda sinema, hayatın kendisine dair çok katmanlı bir deneyim sunuyor ve hafızalarda şehir yaşamının en canlı ve paylaşımlı anlarından biri olarak yerini alıyor.

Büyük Sinema Fuayesinde Seyirciler - Yeni Asır 1 Ocak 1954, Dilek Kaya Arşivi1960’lı ve 1970’li yılların canlı sinema ortamı, Türkiye genelinde olduğu gibi İzmir’de de 1970’lerin ortalarından itibaren dönüşmeye başlar. Ülkedeki siyasi ve toplumsal çalkantılar, ekonomik krizler ve yapısal değişimler sinema sektörünü de derinden etkiler. 1970’lerin ortasında, kentte televizyon yayınlarının yaygınlaşması; Türk lirasının peş peşe devalüe edilmesi; 1974’te film ithalatına getirilen sınırlamalar ve 1979’da ilk video kulübün açılması gibi gelişmeler, İzmir’in sinema ortamında önemli dönüşümlere yol açar. Ailelerin sinemalardan çekilmeye başlamasıyla birlikte, sektörde “seks filmleri” furyası, arabesk filmler ve kalabalık kadrolu komedi filmleri öne çıkar. Bunlar, yaşanan krizler ve azalan izleyici sayısına karşı geliştirilen çözümler gibi görünse de, sinema eski büyüsünü günden güne kaybetmeye devam eder. 1987 yılından itibaren Warner Brothers ve United International Pictures gibi büyük Amerikan film şirketlerine Türkiye’de şube açma izni verilmesi, sektörü daha da zora sokar. Bu süreçte Çınar, Sema, Şan, İzmir ve Konak gibi görece yeni sinemalar yükselirken, eski sinema salonları birer birer kapanmaya başlar. Kentsel dönüşümün de etkisiyle bu salonlar zamanla iş hanlarına, apartmanlara ya da halı saha gibi sinema dışı işlevlere sahip yapılara dönüşürler.

Yıldız Halı Saha, Dilek Kaya ArşiviBir kısmı neredeyse tamamen unutulmuş, bir kısmı ise bir kuşağın anılarında hâlâ tüm canlılığıyla yaşamaya devam eden eski İzmir sinemalarının kayboluşu, yalnızca bu kente özgü bir durum değil. Kentleşme politikaları, ekonomik ve teknolojik dönüşümler ve değişen kültürel alışkanlıkların etkisiyle, tüm dünyada benzer bir süreç yaşandı. Kaybolan sinemaları fiziksel olarak geri getirmemiz mümkün olmasa da, onları hatırlamakta ısrar edebilir; hikâyelerini çeşitli yöntem ve girişimlerle yeniden kurabilir, koruyabilir ve gelecek kuşaklara aktarabiliriz. Sinema kapanır, hafıza kalır. Ve hafıza, her zaman bir mücadele alanıdır.

Author: Prof. Dr. Dilek Kaya

Tags

Hafıza
Yaratıcılık