Anadolu’nun kervan yollarını süsleyen hanlar, yüzyıllar boyunca yolcuların, tüccarların ve farklı kültürlerin taşıdığı hikâyelere tanıklık etmiştir. Hanlar, kervan yolları boyunca ticaretin sürekliliğini sağlamış ve yolculara güvenli konaklama imkânı sunmuştur. Osmanlı tarih sahnesine çıktığında bu ticaret geleneğini geliştirerek sürdürmüş, hâkim olduğu geniş ve bereketli coğrafyadaki ticaret yollarını menzil hanlarıyla; şehir merkezlerini ise ticari hayatın nabzını tutan şehir içi hanlarıyla zenginleştirmiştir.
Bir liman kenti olan İzmir’de şehir içi hanlarının ortaya çıkışı, kentin 1426’da Osmanlı topraklarına katılmasıyla başlamıştır. Limanın zamana karşı seyrinde İzmir, hem çevresindeki gelişmelerden hem de kendi iç dinamiklerinden beslenerek Ege kıyısında ticari kimliğiyle öne çıkan şehirlerden biri hâline gelir. 1634’te Fransız gezgin Jean-Baptiste Tavernier, İzmir için: “Smyrna, deniz ve kara ticareti açısından Levant’ın tüm şehirleri içinde en ünlü olanıdır; Avrupa’dan Asya’ya ve Asya’dan Avrupa’ya giden her mal için en tanınmış pazardır.” ifadesini kullanmıştır. Tavernier’in sözlerinde öne çıkan bu ticari canlılık, İzmir’in giderek artan stratejik değerini gözler önüne sermiştir. Nitekim 1645–69 Girit Savaşı sırasında ikmal ve aktarma noktası olarak kullanılan İzmir, bu dönemin ardından Köprülüzâde Fazlı Ahmet Paşa’nın büyük yatırımlarıyla önemli ölçüde gelişir. Kaldırım taşlarının bile yenilendiği bu yıllarda görkemli Büyük Vezir Hanı’na kavuşan şehrin ticari altyapısı güçlenmeye başlamıştır. Kentte ticaretin hız kazanması ve yatırımların artması, hanların sayıca çoğalmasına doğrudan zemin hazırlamıştır. Aynı yüzyılda şehir yeni başlangıçlara da sahne olmuş; Doğu’daki limanlarda yaşanan savaşlar ve ağır vergiler nedeniyle konsolosluklar ile balyosların yönü İzmir ve İstanbul’a çevrilmiştir. Kentte yerini alan konsolosluklar, Avrupalı tüccarların şehirdeki ticari faaliyetlerinin artmasında ve Levantenlerin İzmir’e yerleşmesinde önemli bir rol oynamıştır.
Hanlarla birlikte çarşılar, bedestenler, arastalar ve sıralı dükkânlar kentin geniş bir bölümünü kaplamış; ticari hayatın çeşitliliği, ithal ve ihraç mallarının bolluğunda kendini göstermiştir. İzmir’den palamut, kuru üzüm, ham pamuk, zeytinyağı, afyon, buğday, ipek, şimşir, şarap, halı ve kumaş gibi pek çok değerli ürün ihraç edilirken; şeker, kâğıt, kurşun, iğne, ateşli silahlar, petrol, tekstil ve Venedik camı gibi mallar ithal edilmiştir. Bütün bu hareketlilik, İzmir’i Avrupa ve Akdeniz’i Doğu’yla buluşturan bir ticaret geçidine dönüştürmüş; özellikle ipeğin Batı’ya taşındığı önemli bir güzergâh hâline getirmiştir. 17. yüzyıl ortalarında, Doğu Akdeniz ve Adalar ticaretinin yönünün İzmir kıyılarına çevrilmesiyle kentteki bu ticari hareketlilik daha da artmış; 19. yüzyıl ortalarında ise sanayileşmenin etkisiyle yeni bir boyut kazanmıştır.
İzmir hanları, kentin zamanla değişen çehresine ayak uydurarak, her dönemin ihtiyacına göre farklı işlevler üstlenmiş ve mimarisini de bu doğrultuda yenilemiştir. Osmanlı şehir içi hanlarının izindeki avlulu hanlar, arasta benzeri geçitli hanlar ve sahilde uzun parsellere yayılan incecik ferhaneler gibi birbirinden farklı formlarda İzmir’i adeta bir örtü misali sarmıştır. Hanlar, bulundukları bölgeyle sıkı bir bağ kurmuş; cephelerinin açıldığı sokaklara isimlerini vermiş ve adlarında işlevlerini ya da sahiplerinin kimliğini yansıtmışlardır.
İzmir hanlarının tarihi serüvenini en baştan dinlesek, bize kentin hafızasında nasıl bir yolculuk anlatır?
İzmir’in ticari dokusu içinde hanların kendi aralarında örgütlenmeye başlaması 15. yüzyıla kadar uzanır. O dönemde kentin sınırlarına ulaşan kervanlar, sokaklardaki kalabalığa karışmadan önce Mezarlıkbaşı’nda; ilerleyen yıllarda ise Ermenilerin konakladığı bölgelerde kontrol edilmiştir. Bu düzen, kente taşınan ticaret yükü bu mekânların sınırlarını zorlamaya başlayıncaya dek sürmüştür.
16. yüzyılla birlikte kent kimliği kazanmaya başlayan İzmir’de, ticaretin artması ve kervanların çoğalmasıyla denetim noktası Kervan Köprüsü bölgesine kaymıştır. 16. yüzyılın sonlarından itibaren kente giriş, iki yol üzerinden sağlanmıştır. Birinci güzergâh, Kemer ve Tilkilik Caddesi kıvrımlarını takip ederek Ali Paşa Caddesi’ne uzanır ve bu cadde eşliğinde Demir Hanı’na ulaşılır. Burada, kervanların toplandığı açık alanlar zamanla Bölükbaşı, Deve ve İmamoğlu gibi hanların gölgesinde kaybolur. Böylece kervana yeni bir yol gözükür ve şehre giriş ikinci güzergâha, Osmaniye Caddesi denilecek yeni yola, doğru kayar. Deveci, Kervan Köprüsü’nden geçip bu cadde üzerinden Büyük Vezir Hanı’na ulaşır. Osmaniye Caddesi, zaman içinde vakıf hanlarıyla çevrilerek, zenginlik ve canlılığın hâkim olduğu bir güzergâha dönüşür. Büyük Karaosmanoğlu Hanı, Mirkelamoğlu Hanı ve Selvili Han gibi İzmir için önemli olan hanlar, farklı milletten insanların ve çeşit çeşit malların aktığı bu caddede sıralanmıştır. Hanlar, mimarbaşının denetiminden geçmelerine rağmen kent ölçeğinde planlı bir düzen içinde gelişememiş; Müslüman Mahallelerinin özgün organik sokak dokusu bu caddede de kendini göstermiştir.
17. ve 18. yüzyıllarda İzmir’in denizden görülen silueti, ticaretin etkisiyle bir liman kenti kimliğine bürünmeye başlar. Bu dönemde artan ticari ağırlığı taşımak üzere Büyük Vezir Hanı ile Çakı ve Çuha Bedestenleri, kıyı hattında yükselir ve İzmir için planlı bir tasarım örneği oluşturur. Kervanların limana ulaştığı noktada, Frenk Caddesi’nin girişinde adeta bir kapı gibi bekleyen Büyük Vezir Hanı’nın stratejik bir karar sonucu burada konumlandığı açıktır. Kentte avlulu hanlar genellikle bu dönemde yükselmiş; avlularında kimi zaman havuzlar ve çeşmeler yer almıştır. 1764-65 yıllarında İzmir’i ziyaret eden Richard Chandler, hanların mekânsal karakterine ve gündelik işleyişine dair gözlemlerini şöyle aktarmaktadır:
“Hanlar kare ya da dikdörtgen biçimli olup, birçoğunun ortasında bir havuz yer almaktadır. Üst kat, açık bir galeriye açılan odalardan ve çoğu kez küçük bir mescitten oluşur. Alt katta ise, yükleriyle birlikte develer, katırlar ve atlar bulunur. Hana vardığınızda bir uşak, odanın tozunu alır, tek mobilya olan döşeği yere serer ve sizi yalnız bırakır. Hanın kapıları güneş batınca kapanır.”

Bu cümleler, hanların gündelik yaşamda hangi sahnelere tanıklık ettiğine dair ipuçları verir. Çevre köylerden gelen üreticiler hanlarda mallarını simsarlara (tellallara) veya komisyonculara teslim eder, ürünler halkın ellerine ulaşır. Yazıhaneler tüm satışları kayda geçirir. Halk, hanların sokağa bakan cephelerindeki kahvehanelerde ve lokantalarda vakit geçirir. Alışverişin yanı sıra, çeşitli meseleler burada tartışılır, haberler kente hanlardan yayılır; böylece mekân, tüm aktörleriyle birlikte ticaretin ötesinde bir sosyal buluşma alanına dönüşür.
Hanlardaki bu canlı yaşam sürerken İzmir’in fiziki dokusu da değişim içindedir ve 18. yüzyılın sonlarından itibaren liman çevresinde önemli farklılıklar kendini gösterir. Bu zamana dek iç limanın çevresine dizilen hanlar, dolmaya devam eden limanın kaderine tanıklık eder. 1764–65 yıllarında Richard Chandler’in aktardığına göre, yağmurlu havalarda liman adeta “şehrin ortasında dolan büyük bir havuz” görünümünü almıştır. Böyle bir manzara içinde, 18. yüzyıl sona ermeden iç limanın üzerinde yeni hanlar yükselmeye başlamıştır.

Wolfgang Müller-Wiener’in İzmir’in liman ve çarşı bölgesinin planı. Camiler (noktalı), hamamlar (çapraz çizgili), kamu binaları(taralı) ve hanlar (katalog numaraları ve - mümkün olduğunca - şematik zemin planı ile) verilmiştir.
İzmir Çarşısı Kitabı, s. 96
Bu plan üzerindeki çalışma Grafik Tasarımcı Orçun Andıç tarafından yapılmıştır. Bu çalışma ayrıca İzmir Çarşısı Kitabında yer alan haritalar kısmında yer almaktadır.
19. yüzyıla gelindiğinde ise İzmir’in ticaret hayatında köklü bir değişim yaşanmıştır. Aydın–İzmir ve İzmir–Kasaba Demiryolu Hatları ile İzmir Rıhtımı, 19. yüzyılın ikinci yarısında kentin çehresine işlenmiştir. Böylece, demiryolları kervanların işini sırtlanır ve çok daha hızlı bir taşımacılık gerçekleştirir. 19. yüzyılın sonlarına doğru, İzmir’de eski zamanlardaki kervan trafiği neredeyse kalmamıştır. Kıyıda yer alan ferhaneler, rıhtım için yapılan dolguların yarattığı yeni düzende denizle bağlantılarını kaybederek çarşılara dönüşmüştür.
19.yüzyılda artan ticaret hareketliliği, mekân yetersizliğini beraberinde getirmiş, dolgu araziler üzerinde irili ufaklı depo hanlarının yükselmesine yol açmıştır. Çoğu basit taş yapılardan oluşan bu hanlar, İzmir’e denizden bakıldığında rıhtımla birlikte yeni bir siluet kazandırmıştır. Kentin farklı noktalarında, özellikle Birinci Kordon, İkinci Kordon ve Kemeraltı’nın arka mahalleleri depo hanlarıyla şekillenirken, ürünlerin işlenmesi çoğunlukla çarşı bölgesindeki hanlarda gerçekleştirilmiştir. Bazı hanlar, depoladıkları ürünlerle özdeşleşmiş, “Tütün Hanı” ve “İncir Hanı” gibi isimlerle anılır olmuştur. İzmir’in kamusal yaşamının merkezini oluşturan Frenk Caddesi ile Geleneksel Çarşı, etnik toplulukların ticari faaliyetlerine göre farklılaşmıştır. Geleneksel Çarşı’da Türkler ağırlıklı olarak karma kullanıma açık depolar işletirken, Frenk Caddesi ve liman çevresinde Ermeni, Rum, Musevi ve Levantenlere ait depolar yoğunluk kazanmıştır. 19. yüzyılın sonlarına doğru ise, motorlu sistemlerin kullanılmaya başlandığı, depolama ve paketleme işlemlerinde makinelerin yer aldığı öncü depo hanlar ticaret sahnesine çıkmıştır.
20.yüzyılın başına gelindiğinde, kervan köprüsü sessizleşmiş, Basmane, demiryolunun getirdiği yoğunluk sayesinde hareketli günlerini sürdürmüştür. Bu dönemde hanların kent dokusu içindeki dağılımına bakıldığında, Osmaniye Caddesi öne çıkan merkezlerden biri olmuştur. Kentin diğer güzergâhı Tilkilik Caddesi’nin durağı olan Mezarlıkbaşı bölgesi, özellikle Menzil ve Kömür Hanları’yla öne çıkmıştır. Çarşı İçi Hanları bölgesine gelindiğinde ise Kızlarağası Hanı, Büyük Demir Hanı ve Küçük Demir Hanı en belirgin yapılar arasında sayılmaktadır.

Kemeraltı Caddesi’nin sonundaki hanlar çoğunlukla Müslümanlar ve Museviler tarafından kullanılırken, Başdurak Camii çevresinde ise Musevi ailelerin dayanışma içinde yaşadığı yahudihaneler görülmektedir. Ali Paşa Meydanı’ndaki hanların isimlerinde yer alan “balyos” ifadesi ise, bu yapıların azınlık gruplarınca kullanıldığına işaret eder.
Sanayileşmenin hız kazandığı ve ekonomik dengelerin değiştiği bu yüzyılda, İzmir’in geleneksel han dokusu dönüşüm sürecine girmiştir. Kentin dışında yükselen hanlar, başlangıçta kervan yolcularının uğrak yeri iken, şehrin genişlemesi ve kervanların azalmasıyla birlikte düşük gelirli aileler, işçiler ve küçük üretim merkezleri için barınma ve çalışma alanlarına dönüşmüştür. Örneğin Deve Han ve Bölükbaşı Han, bir zamanlar kervanları ağırlarken, zamanla Musevi ve Ermeni ailelerin yaşam alanı hâline gelmiştir. Karaosmanoğlu, Mirkelam ve Kızlarağası gibi hanlar ise şirketlerin eline geçerek iş yerlerine evrilmiştir. Rıhtım inşasının ardından Eski Osmanlı Gümrüğü, Saman İskelesi ve Mahmudiye Caddesi’ndeki hanlar konaklama işlevini yitirerek , mallarını diğer hanlarda depolayan tüccarlar için iş yeri olarak kullanılmaya başlanmıştır. Hükümet Caddesi’nin denize açılan ucundaki, caddeye bakan gösterişli cephelere sahip otel hanları ise son dönemlerde iş için gelenlerin konaklama yeri olmuştur.
Ancak tüm bu dönüşümlere rağmen hanların birçoğu, kentin yaşadığı felaketler karşısında ayakta kalamamıştır. Geçen yüzyıllar içinde gerçekleşen depremler, yangınlar ve insan kaynaklı tahribatlar sonucunda hanların yaklaşık yüzde doksanı yok olmuştur. Evliya Çelebi’nin sözünü ettiği hanların bir kısmı, eski haritalarda dahi tespit edilememiş; isim değişiklikleri ihtimaliyle birlikte, geçmişte yaşanan felaketler sonucunda yok oldukları anlaşılmaktadır. 1922 yangını kentin hafızasında derin yaralar açmış ve Fevzi Paşa Bulvarı’nın kuzeyinde yer alan bölgeyi tamamen yok etmiştir.

Yangından kurtulan hanların bir bölümü 20. yüzyılda artan ticari baskıya direnememiş; yerlerini modern çarşılara ya da iş hanlarına bırakmıştır.
İzmir’in ticaret hayatında önemli bir yere sahip olan hanlardan günümüze yalnızca birkaçı ulaşabilmiştir. Bu hanlardan bazıları, geçmişteki görkemini yeniden hatırlatacak biçimde korunarak restore edilmiş; bir kısmı ise kalın bir toz tabakasının altında eski zamanlarına dönmeyi beklemektedir. Geriye kalan az sayıdaki han, son izlerini yaşatabilmek için yok oluşa karşı sessiz bir mücadele sürdürmektedir. Ancak bu sessiz tanıklık, araştırmacılar sayesinde görünür kılınmış; İzmir hanları akademik çalışmalarda da yaşamaya devam etmiştir.
İzmir hanları, günümüze dek birçok değerli araştırmacı tarafından incelenmiş ve geçmişte yok olan örnekleri de dâhil edilerek kayıt altına alınmıştır:
K.Phalbos 96, Münir Aktepe 76, Wolfgang Müller-Wiener 180 han tespit etmiş; Bozkurt Ersoy depo ve otel yapılarını dışarıda bırakarak 103 hanı kayda geçirmiş, Çınar Atay ise 202 han yapısından söz etmiştir. Hanların bazıları 1836–1837 Thomas Graves ve 1854–1856 Luigi Storari haritalarında yer almış, 1905 Charles Edward Goad Planı’nda kat sayıları ve revaklarına kadar ayrıntılı biçimde gösterilmiş, 1922 yangınından sonra hazırlanan 1923 Jacques Pervititch Planı ise artık yok olmuş hanları gözler önüne sermiştir. Çalışmalar arasında Wolfgang Müller-Wiener’in 1982’de yayımladığı Der Bazar von İzmir: Studien zur Geschichte und Gestalt des Wirtschaftszentrums einer ägäischen Handelsmetropole adlı makalesi, aradan geçen yıllara rağmen İzmir’in çarşı ve han hafızasına dair en kapsamlı araştırmalardan biri olmayı sürdürmektedir. Bu makale, İzmir Kalkınma Ajansı Kültür Yayınları kapsamında İzmir Çarşısı: Ege Ticaret Metropolü Ekonomik Merkezinin Tarihi ve Mimarisi Üzerine Araştırmalar adıyla Emrah Dönmez tarafından dilimize çevrilmiş; eserin daha iyi anlaşılmasına katkı sağlamak amacıyla Ajans grafik tasarımcısı Orçun Andıç tarafından detaylı bir görsel tasarım ve haritalama çalışması yapılmıştır. Bu eser, İzmir hanları üzerine en güncel kaynaklardan biri olarak araştırmacılara katkı sunmakta ve kentin hanlarla dokunmuş ticaret ve yaşam siluetini çözümlemede kritik bir öneme sahip bulunmaktadır.