Avrupa’daki ekonomik gelişmeler ve kapitülasyonların etkisiyle 17. ve 18. yüzyıllarda önemli bir liman ve ticaret kenti olarak yükselişe geçen İzmir 19.yy’da yabancı sermayeli şirketlerin gözde bir kenti haline gelmişti. Kente yerleşen Levantenler özellikle Yahudiler ve Rumlarla sıkı ticari ilişkilere girmişti. 1838 tarihli Baltalimanı Ticaret Antlaşması ise İzmir’in uluslararası ticaretteki rolünü daha da artırdı. 1850’lerde kentteki İngiliz tüccar sayısı binin üzerindeydi. Yirmi farklı ülkeden tüccarın iş yaptığı İzmir’de on yedi ülkenin konsolosluğu bulunuyordu. 1858’de yapımına başlanan İzmir-Aydın demiryolu Seydiköy (Gaziemir), Torbalı ve Aysuluğ’u (Selçuk) kat ederek 1866’da Aydın’a ulaşmıştı. Hattın kolları daha sonraki yıllarda Buca, Bayındır, Tire, Ödemiş ve Söke’ye ilerledi. Aynı yıllarda inşa edilen İzmir-Kasaba demiryolu hattı ise önce Bornova ve Karşıyaka’yı ardından da Menemen ve Manisa’yı trenle buluşturarak 1866’da Kasaba’ya (Turgutlu) ulaşmıştı. Anadolu’nun bu ilk demiryolları sayesinde Büyük ve Küçük Menderes ovaları ile Gediz ovasının tarımsal zenginlikleri İzmir limanına akıyordu. 1870’lere gelindiğinde İzmir, Osmanlı İmparatorluğunun dış ticareti içerisinde % 30’luk paya sahipti. Kent özellikle ihracat açısından önem kazanmıştı. 1873 yılında imparatorluğun ithalatının % 20’si, ihracatının ise % 43’ü bu liman üzerinden gerçekleştiriliyordu.
İzmir’in bir liman ve ticaret kenti olarak olağanüstü öneme sahip olduğu yıllarda 1866 tarihli Arazi Kanunnamesi ile yabancı ülke vatandaşlarına toprak satışı serbest bırakılınca yabancı yatırımcıların gözü İzmir’in art bölgesindeki arazilere çevrilmişti. Buna bağlı olarak özellikle İngiliz yatırımcılar 1870’lerin ikinci yarısında Kuşadası, Aydın, Tire, Bornova, Buca, Nazilli, Bergama, Menemen, Torbalı, Ayasuluğ’da [Selçuk] birçok arazinin sahibi haline gelmişti.
1876’da önce Sultan Abdülaziz’in sonra da Sultan V. Murat’ın tahtan indirilmesi, ardından Sultan II. Abdülhamid’in 34. Osmanlı padişahı olarak tahta geçmesi yeni bir devrin kapısını açtı. Sultan otuz üç yıl süren saltanatı boyunca iç ve dış politikada etkin bir role sahip oldu. Onun İzmir açısından dikkat çeken bir girişimi ise Küçük Menderes havzasında edindiği çiftlikler oldu.
Sultan II. Abdülhamid’den önce Torbalı Ovası’ndan Tire’ye uzanan toprakların büyük bölümü, Meclis-i Maliye üyelerinden Baltacızâde Artistidi Bey’e aitti. Toplamda yirmi köyü ve yaklaşık 30.000 dönüm tarım arazisini kapsayan bu araziler Arisditi Bey’in zimmetinden/ borcundan dolayı, Maliye Nezareti tarafından haczedilmiş ve daha sonra Sultan II. Abdülhamid’in kişisel hazinesi olan Hazine-i Hassa’ya devredilmiştir. 1881-82 yıllarında gerçekleşen bu devir işlemi sırasında sultan, Torbalı nahiyesine bağlı olan on bir çiftlik için toplamda 33.000 lira bedel ödemiştir.

Söz konusu çiftliklerin bir kısmı o yılların idari yapısında Torbalı nahiyesine bağlıyken bir kısmı da Tire kazasına bağlıydı. Torbalı nahiyesine bağlı olanlar Tepeköy merkez olmak üzere Hamidiye [Özbey], Yeniköy, Ahmetli, Yaylayakası, Arapçı [Pamukyazı] Mecidiye-Sepetçiler [Çaybaşı], Eğerci ve Meşhed [Şehitler] köylerini kapsıyordu. Sonradan bunlara Tepeköy’den ayrılarak köy statüsüne kavuşan Ertuğrul da eklendi. Tire kazasına bağlı olan çiftliklerin merkezi ise Subaşı’ydı. Bu köyle birlikte Kırbaş, Naime, Tulum, Bülbülderesi, Yeniçiftlik, Işıklar, Ayaklıkırı ve Mahmutlar’ı da kapsayan bu araziler Torbalı nahiyesi sınırlarından başlıyor ve Tire Kazası’nın batı kısmını oluşturuyordu.

Musul, Kudüs gibi yerlerde toprak edinmesi, “arazilerin yabancıların eline geçmesini önlemek” olarak değerlendirilen Sultan II. Abdülhamid’in aynı amaçla İzmir çevresinde de toprak edindiği de anlaşılmaktadır. Nitekim bu hamlesiyle sultan önemli büyüklükteki arazileri yabancı talanına karşı korumuş, bir işgal ihtimaline karşı da güvence altına almıştır. Öte yandan bu çiftlikler yörenin ekonomik, kültürel ve sosyal yapısında köklü değişiklikler de meydana getirmiştir. Kendi kişisel hazinesinden çiftliklerin hemen hepsinde birer cami ve birer iptidai mektep inşa ettiren sultan ayrıca bazı köylerde çeşme, havuz ve su şebekesi de yaptırmıştır. Bunların tümü belgelerde meberrat-ı seniyye (sultanın hayır eserleri) olarak geçmektedir. Cami ve mekteplere Osmanlı hanedan üyelerinin adı verilmiş, mekteplerde döneme göre yeni sayılan eğitim usulleri (usûl-i cedide) uygulanmış, kız ve erkek çocuklar aynı sınıflarda (karma) eğitim almıştır. Sultan ayrıca bu mekteplerin eğitim giderlerini de yine kendi kişisel hazinesinden karşılamıştır.
Günümüzdeki Torbalı ilçesinin kentleşmesi yine bu çiftliklerle doğrudan ilgilidir. Çiftlikler kapsamında olmayan Torbalı köyü yerine nahiyeye bağlı Tepeköy zamanla merkezi bir özellik kazanmıştır. Haftalık pazarın bu köyde kurulmaya başlanması, sultanın bu köyde iki cami ve iki mektep yaptırması, çiftlik yönetiminin ve üretim tesislerinin bu köyde kurulması Tepeköy’ün merkez haline gelmesinin zeminini oluşturmuştur. Nitekim II. Meşrutiyet döneminde, 1911’de Torbalı nahiyesindeki ilk belediye teşkilatının Tepeköy Belediyesi adıyla kurulması da bu gelişmelerin bir sonucudur.
Çiftlikât-ı Hümayûn olarak adlandırılan bu çiftliklerde Avrupa’dan ithal edilen tarım araçlarıyla yeni tarım teknikleri uygulanmış, yörenin yeni üretim teknikleriyle tanışması sağlanmıştır. 1894’ten itibaren her yıl Hıdırellez’de düzenlenen ve Paradiso’daki (Şirinyer) Levanten at yarışlarına alternatif olarak yerli özellikleri öne çıkarılan at yarışları da bu çiftliklerin üstlendiği rol açısından dikkat çekicidir. Bu at yarışlarında, Paskalya’da yapılan Levanten at yarışlarının aksine Osmanlı marşları ve bayrakları öne çıkarılmış, yerli atçılık teşvik edilmiştir. Sonraki yıllarda at yarışlarıyla eş zamanlı olarak açılan beş günlük ziraat sergileri ve panayırlarda İzmir, Aydın, Manisa, Ödemiş, Söke vb. yerlerden Tepeköy’e akın eden yöre halkı hem yeni tarım araçlarını, üretim tekniklerini görme imkânına kavuşmuş hem de yapılan yarışmalarla (tarım ürünleri ve hayvancılık) kaliteli üretim teşvik edilmiştir. Yine at yarışları günlerinde geleneksel sporların (cirit, pehlivan güreşi) yanı sıra sergilenen modern etkinlikler de (bisiklet ve kros yarışları, batı tarzı müzik, piyango) yöre insanının beğenisine sunulmuştur. Tepeköy’de o yıllarda at yarışlarının seyri için inşa edilen bina ile 1890’lı yıllarda oluşturulan çamlık alanı ise geçmişte olduğu gibi günümüzde de Torbalı’daki sosyal hayatın önemli bir parçasıdır.
Sultanın hükümdarlığının son yılında Tepeköy Çiftliği’nin bir tarım kompleksi olarak dikkat çekici öneme sahip olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim çiftlik 1908 yılında 1 idarehane, 2 pamuk deposu, 89 dükkan, 2 han, 1 istasyon, 2 salhane, 1 böcekhane, 3 değirmen, 3 fırın, 1 pazar loncası, 1 tahıl ambarı, 23 bağ kulesi, 1 koşu alanı, 1 kuşhane, 1 örnek bahçe ve 7 sebze bahçesine sahipti. Bunlara ek olarak 1906/1907 yılında yine Tepeköy Çiftliği’nde, 24 beygirlik buharlı makinesiyle yılda 100 ton pamuk işleme ve 200 ton un üretme kapasitesine sahip bir fabrikanın kurulması da yörenin sanayileşmesindeki ilk adımlardandır.